Sakarya Abhaz Derneği Programı 2.


Sakarya Abhaz Derneği Programı 2.

TÜRKİYE

UZUN İNCE BİR YOL - DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ

Türkiye açısından Demokratikleşme gelinen noktada tarihsel bir zorunluluktur. Bu tarihsel zorunluluk 1982 anayasasına paket değişiklikler yaparak geçiştirilemez. Halkın tüm dinamiklerinin katıldığı, ortaklaştığı ve yeniden bir toplumsal sözleşmeyi yaşama geçirmek için iradesini ortaya koyduğu bir süreç yaşanmak zorundadır. Bu başarıldığında Türkiye yeni bir bin yılın söz ve karar birliğini ortaya koyup Türkiye Cumhuriyeti'ni çok daha sağlam temeller üzerine oturtmuş olacaktır.

İçinden geçtiğimiz süreçte, bugünün siyaset ve ekonomi alanındaki tartışmaların, çatışmaların ve siyasi kavgaların odağında pek dillendirilmese de Türkiye'nin başarmak zorunda olduğu Demokratikleşme ve yeni anayasa süreci yer almaktadır. Aslında tüm tartışmalar, kendini bir zorunluluk olarak dayatan Demokratikleşme'nin hangi eksende olacağı, aktörlerinin kimler olacağı, sürecin sonunda hangi global güçlerin ve onların ülke içi temsilcilerinin karlı çıkacağı çatışmasının bir ürünüdür.

Demokratikleşme sürecini dikkate almayan bir siyasi parti yoktur, ayrışmalar Demokratikleşme'nin sınırlarının belirlenmesi noktasındaki düşünce farklılıklarındandır.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Millet Sistemi ve Anadolu'nun tarihi mirasına dayalı olarak etnik, dinsel, kültürel çeşitliliği bünyesinde barındıran çoklu sosyal ve kültürel yapı özelliği taşır. Çoklu sosyal ve kültürel yapı korkulacak, kaçınılacak bir durum değil aksine zenginleşme ve gelişme açısından olumlu bir dinamiktir. Çoğulculuğun toplumun gelişimine olumlu, zenginleştirici ve geliştirici bir dinamik katabilmesi için demokratik, barışçıl ve insancıl ilkelere göre oluşturulmuş ve işleyen siyasal bir yapıya gereksinim vardır.

Türkiye'nin toplumsal ve siyasal tarihinde örneklerini sıkça gördüğümüz gibi çoklu sosyal yapıyı yapay ve zorlamaya dayalı olarak tekleştirmeye çalışmak iki yönlü ve onarılması zor tahribata yol açar. Birinci tahribat, çoklu sosyal ve kültürel yapıyı oluşturan gruplar arasındaki ilişkileri zedeler, önyargıları güçlendirir ve toplumsal bütünleşmenin önünde engel oluşturur. İkinci tahribat ise, devlet ile çoklu sosyal ve kültürel yapıyı oluşturan gruplar arasındaki güveni ortadan kaldırır.

Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin gerçekleşmesi öncelikle çoklu sosyal ve kültürel yapıya saygı duyacak, çoklu sosyal ve kültürel yapının gelişim dinamiklerini tekleştirme, tek tipleştirmeye çalışmayacak siyasal yapılanma sürecinin hedef olarak benimsenmesi, çoklu sosyal ve kültürel yapıyı oluşturan gruplar arasında zedelenen ilişkilerin onarılmasını, önyargıların aşılmasını hedefleyen bir programın benimsenmesi, çoklu sosyal ve kültürel yapının kendi özgür gelişme dinamiği ile uyumunu ve bütünleşmesini hedefleyen demokratik, barışçıl, insancıl kültürel atmosferin oluşmasına dönük sivil gelişme dinamiklerinin gelişiminin desteklenmesi gerekir. Çok boyutlu, çok katılımlı, demokratik çoğulculuk, barışçıllık, insancıllık dinamikleri üzerine inşa edilecek siyasal ve siyasal olmayan alanları da kapsayacak yapılanma süreci, Türkiye Cumhuriyeti açısından "demokratikleşme” sürecidir. Türkiye'nin demokratikleşme süreci olarak adlandırdığımız yapılanma süreci, yurttaşlar ile siyasal toplum arasında zedelenmiş bağları güçlendireceği gibi, güvensizliğe dayalı ilişkileri de karşılıklı güven ilişkilerine dönüştürecektir.

Türkiye'nin demokratikleşme süreci olarak adlandırdığımız yeniden yapılanma süreci, öncelikle çoklu sosyal ve kültürel yapının dinamiklerine uygun anayasal oluşumu ve hukuk devleti tanımlamasını gerekli kılar. Anayasa ve hukuk devleti düşüncesinin egemen olmadığı, çatışma ve gerilim dinamiklerinin belirleyici olduğu dönemler, totaliter düşünme ve hareket tarzlarını güçlendirir, yozlaşmayı ekonomik ve sosyal yaşamın bir parçasına dönüştürür. Vatandaşlar arası ilişkiler ve vatandaş ile devlet arasındaki ilişkilerde egemen değer olması gereken güven değerini zedeler ve giderek ortadan kaldırır. Sosyal dayanışma, işbirliği değerlerini zayıflatır.

Demokratikleşme süreci, sadece devleti siyasal olarak değiştirecek, dönüştürecek bir proje olmaktan çok yozlaşmaya, çürümeye karşı çıkış, toplumun kaynaklarının talan edilişine karşı duruş ve sosyal, kültürel ilişkilerde demokratik çoğulculuğu egemen kılmayı hedefleyen bir toplumsal projedir. Bu toplumsal projenin en temel muhalifi ve engeli totaliter siyaset anlayışı ve totaliter siyaset anlayışına karşı mücadelede onunla aynı argümanları kullanan düşüncedir. Totaliter düşünce ve eğilim, mantıklı, meşruluğu olan ya da sorgulanabilir, eleştirilebilir ölçütlere kendisini dayandırma ihtiyacı duymaz. Totaliter düşünceye göre kurulan siyasal rejim ya da siyasal hareketlerin de varlık nedeni "tartışılması", "eleştirilmesi” bile olanaklı olmayan kutsal, vazgeçilmez ve tapınılacak ilke ve kurallardır. Totaliter düşüncenin en fazla ürktüğü ve uzak durmaya çalıştığı alan, hukuk ve meşruiyet alanıdır. Bu nedenle öncelikle açık yüreklilikle totaliter düşünceye, totaliter düşüncenin egemenliği ve yönlendirmesi altında şekillenen her türden totaliter eğilime karşı mücadele etmemiz gerekir.

Balkanlardan Kafkaslara, Kafkaslardan Arap yarımadasına Ortadoğu'nun merkezinde yer alan Türkiye'nin Demokratikleşme süreci doğallığıyla tüm coğrafyayı etkileyecek ve yeni ilişkilenmeler, yeni ortaklıklar oluşturulmasına neden          olacaktır.

Demokratik devletler yasa devleti değil hukuk devletidir. Bu nedenle yasaları hukukun temel, bağlayıcı, herkes için eşitlik niteliği ile çelişemez. Hukukun temel ilkeleri ile çelişmeyen, herkes için zorlayıcılığı ve bağlayıcılığı eşit olan yasalara insanların uyması beklenir. Demokratik devletlerde yargı bağımsız ve tarafsız olmalıdır.

Demokratikleşme sürecinin temel ilkeleri, demokratik çoğulculuk, barışçılcılık, insancıllık olmalıdır. Demokratikleşme sürecinin yukarıda vurguladığımız mantık ve temel ilkelere göre gerçekleştirilmesi;

 Türkiye Cumhuriyetini oluşturan farklı etnik, din, dil ve kültür grupları arasında tarihi ve toplumsal dayanakları olan gerilimleri azaltır, uyum ve bütünleşme sürecinin gerilimsiz yaşanmasına yol açar,

  • Vatandaşlar arasındaki ilişkilerin işbirliği ve güvene dayalı olarak kurulmasına dayanak oluşturur,

 Lider-kul ikilemine dayalı siyasal kültür ve "tek tipleştirme" ideolojisi ve kültürünün zedelediği vatandaşın devlete olan güven duygusunun onarılması için gerekli koşulların ortaya çıkartılmasını sağlar,

  • Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşadığı ve sosyal barışın önündeki en önemli engellerden birisi olarak tanımlanan ekonomik eşitsizlik düzeyinin asgari düzeye indirilmesi, gelir dağılımının düzenlenmesi ve sosyal adalet ilkesinin belirleyici olmasına dönük adımların atılmasını sağlar.

Bütün bunlara ek olarak demokrasinin temel güvencesinin vatandaşlık kültürü olduğunu vurgulamak gerekir. Bu nedenle, demokratik devlet vatandaşlık kültürünü, değerlerini egemen kılmaya çalışan, vatandaşların siyasal sisteme katılımını teşvik eden, yurttaşından korkmayan devlettir.

Bizler, 150 yıldır bu coğrafyada yaşayan Abhazlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak Kurtuluş Savaşı'ndan günümüze dek her alanda her şekilde vatandaş olarak üzerimize düşen görevleri layıkıyla yerine getirmiş, kardeş Anadolu halklarıyla kader birliği yapmış, her türlü zorluğa ve asimilasyona boyun eğmiş, "muhacir” ve "2. Vatan” psikolojisi söylemleriyle kendi kendimizi bastırmış bir toplumuz. Ancak bu tarihimiz Türkiyemizin yüz yıla damgasını vuracak nitelikte olan Demokratikleşme sürecine aktif katılımımızın önünde engel teşkil edemez.

Aksine Demokratikleşme sürecinin her safhasında söz ve karar sahibi olmak, eşit, ilkeli yurttaşlar birlikteliğinde yerimizi almak bizler için bu dönemin en önemli görevidir.

SAKARYA

"ABHAZ DİASPORASININ BAŞKENTİ”

Sakarya ili kültürel anlamda Türkiye'nin en renkli illerinin başında gelmektedir. Öyle ki kültür ve hemşeri dernekleri sayısı bakımından ele alındığında her bölgeden, her kültürden ve neredeyse her ilden gelenlerin kurduğu derneklerin sayısı belki de en fazla olan illerin başında yer almaktadır.

Son 150 yıllık Sakarya kent tarihinde biz Abhazların ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bunun en temel nedeni Abhaz Diasporasının en yoğun yerleşim alanı olmasıdır. Bu anlamda kentimiz Sakarya'yı Abhaz Diasporasının Başkenti olarak adlandırmanın pek de yanlış olmayacağı kanaatindeyiz.

1864 Sürgünü sonrası Abhaz Diasporası'nın oluştuğu ana eksen Osmanlı topraklarıdır ve günümüzdeki sınırlarıyla Türkiye'dir. Türkiye içerisinde yer alan yoğunluk ise Sakarya'dadır. Ayrıca Sakaryalı olup, metropollere ve Avrupa ülkelerine yerleşen Abhaz sayısı da diğer şehirlerdeki Abhazlara oranla daha fazladır. Resmi rakamlar olmasa da Türkiye'de yaşayan Abhazların sayısı 400 bin dolayında, Sakarya il sınırları dahilinde ise 80 bin dolayında Abhaz nüfusun yaşadığı tahmin edilmektedir. Sakarya, metropollere ve Avrupa'ya göç etmiş Sakaryalı Abhazlarla beraber toplam 100 bin civarında bir nüfus yoğunluğuna sahiptir.

Bu nicel büyüklük aynı zamanda nitelikli bir büyüklüktür de... Her türden asimilasyona rağmen Abhaz kültürünün, dilinin en yoğun yaşandığı şehirdir.

Bu nedenlerle Sakarya Abhaz Diasporası'nın en etkin merkezidir.

Sakarya, Abhaz Diasporasında ilklerin de merkezi olmuştur. Abhaz Diasporasından anavatanla ilk kez bağ kurup 70'li yıllarda Abhazya'ya giden ve o güçlü bağların oluşmasına temel atan ilk grup Sakaryalı Abhaz büyüklerimizdir. Abhazya kentleriyle dünyada ilk kardeş şehir olan kent Sakarya'dır. Diasporadan Abhazya üniversitelerine okumaya giden ilk öğrenci grubu Sakaryadandır. Abhazya'nın işgali sırasında diasporadaki ilk ve en büyük kitlesel protestonun yapıldığı kent Sakaryadır.

Sakarya kent kültürü tarihine ve kentin ekonomik, politik ve sosyal hayatına her dönem en yoğun katkıyı sunmuş olmak bizler için ayrı bir övünç kaynağıdır. Ancak yaşadığımız son dönemde, birkaç istisna dışında bu etkinliğimizin neredeyse tükenme noktasına gelmiş olduğunu üzülerek izlemekteyiz.

Kültürümüz gereği oldukça örgütlü bir toplumuz. Binlerce yıldır süregelen bu durumumuz 60'11 yıllarla beraber Türkiye'nin sanayileşmesine paralel olarak gelişen kentlerdeki yeni iş imkanları ile özellikle Köy Enstitüleri sayesinde Devlet Memuru olmaya hak kazanan büyüklerimiz aracılığıyla kentlere göç başlamıştır. Zaman içerisinde kentlerde biriken Abhaz nüfusu artmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet sonrası derneklerimizin ilk kuruluşlarının 60'lı yıllara denk gelmesi tesadüf değildir. Ancak o dönemin koşulları gereği, 1960 Anayasasının getirdiği sınırlı özgürlükler sayesinde Balkan Dernekleri, Doğu Kültürü Dernekleri gibi örneklerini gördüğümüz bölgesel adlarla dernekleşmek mümkün olabilmekteydi. Bu dönemde Derneklerimiz ülke genelinde Kafkas Dernekleri olarak kendini adlandırmış ve tüm Kuzey Kafkasyalıları bu dernek çatıları altında toplamayı başarmıştır.

Sakarya özelinde de 1967 yılında kurulan Kafkas Derneği o günden bu ana kadar Abhazların yoğun katılım ve desteği ile süre gelmiş ve özellikle Adige kardeşlerimizle sorunsuz, sıkıntısız aynı çatı altında faliyetler gerçekleştirilmiştir. Bugün bile hala Sakarya Kafkas Derneğinin gücünü oluşturan kitlenin aktif çoğunluğu Abhazlardır.

İki binli yıllara kadar hem konjonktürel nedenler hem de Sakaryalı Abhazların birlik yanlısı tutumları Sakarya Kafkas Derneğinin gücünü ülke genelinde önde tutmuştur. Ancak iki binli yıllarla başlayan yeni süreçte ülke genelinde dernekler bazında ayrışmalar yaşanmış ve yeni yapılar ortaya çıkmaya başlamıştır. Sırasıyla Osetler, Çeçenler ve ardından Adigeierin ayrı adlarla dernekleşmesi ve bunun paralelinde federasyonların ortaya çıkması aslında bir tesadüf değildir. Dünya, bölge ve ülkemizde gelişen küreselleşmenin etkileriyle ortaya çıkan kimlik tartışmalarının ve mücadelesinin bir ürünüdür.

2008 yılı sonrasında Kaffed — AbhazFed ayrışması yaşanmış, Sakaryalı Abhazlar bu ayrışmada birlikten yana tavır koyup derneğin isim değişikliğine sıcak bakmamıştır. Aynı dönemde hem Kaffed'e hem de Abhaz Fed'e üye olmak gerekliliği önerilmişse de bu öneri dikkate alınmamış ve üye derneklerinin çoğunluğu Adige Derneği adı altında olan Kaffed bünyesinde çalışmalarına devam etmiş, Abhazların ve Abhazya'nın sorunlarına ise Kaffed bünyesinde oluşturulan "Abhaz Çalışma Grubu”adıyla çare olmaya çalışmıştır.

Ancak görülmüştür ki Bağımsız Abhazya Devleti'nin ve onun diasporasında yaşayan Abhazların haklarını korumak, kollamak ve gelişimin önünü açmak yalnızca bir "çalışma grubu” çabasıyla yürütülemez. Hele ki Abhaz diasporasının başkenti Sakarya'daki Abhazlar "grup” adı altına hapsedilemez.

Bizler, Sakarya ilimizde yaşayan Abhazlar olarak 6 nesildir yaşadığımız bu topraklarda her zaman birliği, barışı ve ortak çıkarlarımızı gözeterek hep bir çatı altında hareket etmekten yana tavır aldık. Kuruluşundan bu güne kadar Sakarya Kafkas Derneği çatısı altında başta Adige kardeşlerimiz olmak üzere tüm Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimizle birlikte bu tavrımızı koruduk. Öyle ki Türkiye'nin neredeyse tüm Büyük şehirlerinde Kuzey Kafkas Dernekleri ayrışmalar yaşayıp yeni oluşumlara gitmesine rağmen en yoğun nüfusumuzun yaşadığı ilimizde bu ayrışmayı doğru bulmadık. Ancak gelinen noktada bu toplumsal kararımızı gözden geçirme gereği duyduk ve yeni bir yapılanmaya, kendi adımızla faaliyet yürütmeye karar verdik.

Bağımsızlığının 21. yılını kutlayacağımız Anavatanımız Abhazya Cumhuriyeti'nin ve Sakarya'da yaşayan Abhazların ortak çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda yaşadığımız tıkanıklıkları ve kısır döngüyü aşmak için yeni bir dönemin başlatılmasından yana olduğumuzu belirtmek isteriz. İçinden geçtiğimiz dönemde hem Abhazyamızın hem de Sakarya'da yaşayan biz Abhazların ihtiyaçları farklılaşmış, ancak bu farklılaşma karşısında var olan oluşumlar bünyesinde yürütülen faaliyetler anlık çözümlerin ötesine geçememiştir. Elbette bu farklılaşmanın ve yetersizliğin tarihsel, sosyal ve politik nedenleri vardır. Bunların en başında değişen konjonktür doğrultusunda yeni bir anlayışla Abhazya'mızın Bağımsız Devlet statüsünde tanınırlılığını geliştirmeye yönelik dikkatle yürütülmesi gereken çalışmalardır.

Abhaz nüfusunun en yoğun olduğu kentimizin sosyal, ekonomik ve politik alanlarında halkımızın ve Abhazyamızın çıkarlarını koruyacak, onları geliştirecek ve sürekli bu yönde faaliyetler yürütecek bir merkezin olması kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Yukarıda belirttiğimiz üzere Kent tarihinde en etkisiz olduğumuz, adeta yok sayıldığımız, tıkanmışlık ve tükenmişlikle yüz yüze kaldığımız bir dönem yaşamaktayız. Bu durum bizlere sorumluluklar yüklemekte olup acilen geçmişte olduğu gibi layıkıyla kentin dinamikleri içerisinde geleneksel konumumuzu yeniden elde etmeliyiz. Bu yönlü en ufak çabaların kısa sürede hem Sakaryalı Abhaz hemşerilerimize, hem Türkiye'deki Abhaz Diasporasına hem de Abhazyamıza fazlasıyla yansıyacağının ve birçok gelişmenin önünü açacağının bilincindeyiz.

Demokratikleşme ve kültürel açılımların yaşandığı ülkemizde bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Abhazlar olarak en doğal demokratik hakkımızı kullanarak kendi kimliğimiz ile Sakarya'da yerimizi almakla hem ülkemizin demokratikleşme sürecine hem de kentimizin demokratik kültürüne olumlu katkılar sunacağımızı ve tarih boyunca olduğu gibi ortak vatan topraklarımız içerisinde sorumluluklarımızdan ve bilincimizden taviz vermeyeceğimizi bilmenizi isteriz. Bu kent hepimizin, bu ülke hepimizin!

Bizler, Kuzey Kafkasya Halkları, aynı ağacın dallarıyız. Bunu kimse inkar edemez ve buna başta biz izin vermeyiz. Ancak yukarıda belirttiğimiz hususlar çerçevesinde konjonktürel değişim karşısında hepimizin ortak çıkarları bu dönemde kurumsal yapılarımızı sağlam temeller üzerine inşa etmekten geçmektedir. Adige kardeşlerimiz bilmelidir ki; geçmişte olduğu gibi her zaman her yerde tüm etkinliklerde yanınızdayız ve yanımızda olacağınızı biliyoruz. Bu durum başta ayrışma gibi görünse de geldiğimiz noktada nitelikli birlikteliğin ve Adige — Abhaz tarihsel kardeşliğinin bir gereğidir. Bu konudaki samimiyetimiz yaklaşımlarımızla örtüşecektir. Bundan asla taviz vermeyeceğiz. Aynı samimiyeti diasporada yaşayan tüm Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimizden de beklediğimizi bilmenizi isteriz.

Gelinen noktadan geriye doğru baktığımızda Sakaryalı Abhazlar açısından son derece önemli gerçekler söz konusudur. Bu gerçeklerin başında Sakaryalı Abhazların kent yaşamının merkez noktalarındaki etkin duruşlarının giderek azalmış olduğudur. Bunda toplumumuz dışındaki yapıların kentte daha çok söz sahibi olma çabaları ve bu yönlü planlı hareketleri etkili olsa da kendi ihmallerimizi ve pasif yaklaşımlarımızı da göz ardı etmemek gerekir. Bu süreçteki kurumsal yapılarımızın toplumumuzun çıkarlarını kollamada pasif kalmaları bu sonucu doğurmuştur. Buna en somut örnek Sakarya Belediyesi ile Sohum Belediyesi'nin karşılıklı imzalarla kararlaştırılmış Kardeş Kentler statüsünün son dönemde yok hükmünde görülüyor olmasıdır.

Geldiğimiz son noktada artık Abhaz adı altında bir yapının gerekliliği düşüncesi olgunlaşmış, kendini dayatmış ve ihtiyaç haline gelmiştir. Bu durum 2 yıl önce erken, 1 yıl sonra geç olabilirdi. Ancak bu an en verimli, en olgunlaşmış andır.

31 NE YAPMALI

"CESARET AKILLI OLMALIDIR”

İşte bu kaygı, düşünce ve hedeflerimizle yepyeni bir bakış açısı geliştirme ihtiyacı hissede rek, geleceğimizi hep birlikte inşa etmek adına eski bir Abhaz atasözümüz olan "Cesaret akıllı olmalıdır” ı kendimize şiar edinip aşağıdaki program ve hedefleri oluşturduğumuzu bilmenizi isteriz.

Geleceğimiz için bugünü iyi değerlendirmeliyiz.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerden dolayı Sakarya'nın nicelik ve nitelik anlamda belirleyiciliği tahminlerimizden de büyüktür. Doğru perspektifte geliştireceğimiz yeni anlayış ve çalışma programı ilk önce Türkiye genelindeki tüm yapı ve kurumları olumlu anlamda etkileyecek, yapılacak olan konferans ve kongrelerle Sakarya'da ortaya konulan perspektif ve çalışma tarzı genele yayılacaktır. Bu kaçınılmazdır. Çünkü nitelikli bir nicel çoğunluk genele yansımak zorundadır.

Nerede yaşıyor olursanız olun, tüm Sakaryalı Abhazlar; Gün, birlik günüdür. Tükenmişliğe doğru savrulduğumuz bu dönemde ihtiyacımız olmayan yegane şey ayrışmak, parçalanmaktır. Aksine tek ihtiyacımız olan bir bütün halinde kimliğimize sahip çıkmak ve genel çıkarlarımız doğrultusunda kentimizde varlığımızı geçmişte olduğu gibi ortaya koymak, potansiyelimiz gereği diaspora genelindeki misyonumuzu, sorumluluğumuzu yerine getirmek ve Abhazyamızın ihtiyaçları doğrultusunda kent ve ülke kurumları nezdinde üzerimize düşenleri yerine getirmektir.

Böyle bir dönemde her bir Abhaz hanesini kendi derneğimiz olarak görmekteyiz. Yedisinden yetmişine her bir Abhaz'ın da doğallığıyla nitelikli güç kaynağımız olduğu bilincindeyiz. Ayırım gözetmeksizin toplumumuzun her alanda yansımalarına aracı olacak bir kurumsallaşmayı hedeflediğimizi bilmenizi isteriz.

SAKARYA ABHAZ DERNEĞİ BİR sivil- TOPLUM KURULUŞUDUR

21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, artık klasik Dernek ve Dernekçilik anlayışını aşmamız gereken bir süreç yaşıyoruz. Eski türden Dernekçilik anlayışları ve klasik yaklaşımlar artık varlığımıza bir artı değer katamıyor ve zamanın hızla akışı nedeniyle bizleri geride bırakıyor, istemeden de olsa giderek yok oluş sürecine sürüklenmemize aracı oluyor. Bu nedenden dolayı Klasik Dernek yapısını ve anlayışlarını reddediyoruz ve yeni oluşumumuzu gerçek anlamda bir Sivil Toplum Kuruluşu çerçevesinde oluşturmayı ve bu tarzda hareket etmeyi kararlaştırıyoruz.

Klasik Dernekçilik anlayışı; kent merkezlerinde kurulmuş, çoğunlukla kentli üyelere hitap eden çalışmalar yapan, toplumun büyük çoğunluğundan, özellikle köylerden kopuk, Yönetim Kurulu toplantılarında 3-5 kişinin insiyatifi ve yönlendirmesi doğrultusunda alınan kararlarla yönetilen, kendi dönemini milat kabul ederek dar ve grupçu anlayışla hareket eden, Folklor çalışmaları, birkaç kurs, senede birkaç folklor gösterisi ve toplantı yapmayı faaliyet olarak değerlendiren bir anlayıştır. İşte bu anlayışı reddediyoruz.

Yerine; dün — bugün ve yarın arasındaki güçlü bağların bilincinde olan, kendini dernek duvarlarının arasına hapsetmeyen, ister köylerimizde ister kent mahallelerinde Abhaz kültürü nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa orada olup yaşamın içerisinde toplumla organik bağları olan, canlı, dinamik, sürekli gelişen, geliştiren çalışma tarzıyla başta köylerimiz olmak üzere toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, toplumun tamamını temsil edecek, onların yaşadığımız kentte ve ülkedeki haklarını koruyacak, fırsat eşitliği ilkesi doğrultusunda kültürel, sosyal demokratik haklar alanında ortakça ve hakça oluşturulan programları hayata geçirecek, var olan kent ve ülke kurumları nezdinde güçlü temsiliyeti sağlayacak, tüm siyasal parti ve oluşumlara eşit mesafede duracak, bilimsel, akademik çalışmalarla toplumun gelişimine katkı sağlayacak, çağdaş bir Sivil Toplum Kuruluşu anlayışıyla hareket edeceğiz.

Yüzyıllardır toplumlar, yapıtaşlarını oluşturan bireylere daha faydalı olabilmek için resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültüreli hukuki

ve çevresel amaçları doğrultusunda çalışmalar yapan çeşitli kurumlar kurmuşlardır. Bu kurumlar sayesinde halklarına faydalı olabilmiş, kalkınmayı ve bireysel gelişmeyi sağlamışlardır. Günümüz dünyasında Sivil Toplum Kuruluşlarının yeri oldukça önemlidir. Siyasi otoritelerin ve yönetimlerin ulaşamadığı alanlarda boşlukları doldurup topluma yararlı hizmetler sunan Sivil Toplum Kuruluşları her geçen gün aşama kaydetmiş ve toplumun vazgeçilmez kurumları olmuşlardır.

Düşünülenin aksine Sivil Toplum Kuruluşları Siyaset alanında da varlıklarını göstermek durumundadır. Ancak öncelikle siyasetten ne anladığımızı ortaya koymak gerekir. Siyaset günlük parti politikalarından, delege sisteminden, mitinglerden, seçim çalışmalarından ibaret bir alan mıdır? Yoksa siyasetten; bir yönetim biriminin (uluslararası kuruluşlar, ülkeler, şehirler, ilçeler, mahalleler) kapsadığı alan içindeki kanun ve kuralların belirlenmesini, o alanda yaşayan insanların bugününü ve geleceklerini belirleyen kararların alınmasını mı anlamalıyız? Bize göre Siyaset'in doğru tanımı ikincisidir ve bu anlamda STK'lar kesinlikle siyaset yapmalıdır.

STK'lar belli bir coğrafyada yaşayan insanların kaderlerini belirleyen kural ve kararlarla ilgilenmeli ve bunların oluşturulmasında rol üstlenmelidir. Günümüz Türkiyesi, temsili demokrasiden çoğulcu ve katılımcı demokrasiye geçiş sürecini yaşamaktadır. 80 darbesinin demokrasimiz üzerinde yarattığı etkileri yeni yeni aşmaktayız. Temsili demokrasi ile katılımcı demokrasi arasındaki temel farkı ortaya koymak gerekirse; Temsili demokrasi, çok basit anlatımla, "5 yıl için temsilcini seç, sonra hiçbir şeye karışma” mantığıdır. Katılımcı Demokrasi ise farklı toplumsal kesimlerin, farklı görüşlerin ve farklı "çıkar gruplarının” karar alma süreçlerine sürekli katılım gösterdiği bir yönetim modelidir.

Günümüzün çağdaş demokrasilerinde yönetimler iktidarlarını belli ölçüde STK'larla paylaşmak durumunda kalmaktadır. Türkiye'de halen sıklıkla rastladığımız siyasetçi tavrı şudur: "siz kendi işinize bakın, siyasete karışmayın, siyaset bizim işimiz" Bu klasik bir temsili demokrasi refleksidir. Bunu söyleyenler bugünün değil dünün temsilcileridir. Bugün çağdaş dünyada demokrasinin geldiği noktayı özümseyememişlerdir. Katılımcı demokrasinin vazgeçilmez unsuru tartışmadır. Bir ülkede, herhangi bir konuda farklı kesimlerin farklı görüşleriyle şekillenen bir tartışma ortamı yoksa orada demokrasi eksiktir. Katılımcı demokrasi modelinde, STK'lar kendi ilgi ve faaliyet alanlarına giren konularda siyasi karar alma süreçlerine katılırlar. Siyasi karar alma süreçleri derken neyi kastediyoruz? Tabii en başta yasama süreçleri, Ulusal ve/veya Kent Meclisi çalışmaları. Meclis Komisyonlarına aktif katılım, milletvekilleriyle veya kent meclis üyeleriyle düzenli temas halinde olmak artık kaçınılmazdır. Diğer taraftan, siyasi partiler ile STK'lar arasında etkileşimi sağlamak da katılımcı demokrasinin işlerliği açısından son derece önemlidir.

Ancak üzülerek gördüğümüz bir gerçek var ki, Siyasi Partiler STK'lardan ve onların çalışmalarından nasıl faydalanabileceklerini yeterince bilmemekte, STK'lar ise siyasi partilerle temas kurmaktan çekince duymakta veya bunu gereksiz bulmaktadır. Birçok STK, "bizi onlarla özdeşleştirebilirler” diye herhangi bir siyasi partinin kapısından içeri girmekten korkmaktadır. Hal bu ki birçok sorunun çözümü siyasetten, yerel velveya ulusal Meclis'ten, dolayısıyla siyasi partilerden geçmektedir. Onlarla temas kurmadan, onları ikna etmeden, hatta onlara baskı

yapmadan savunduklarınızı nasıl hayata geçireceksiniz? Tabii siyasi partilerin STK'lara yaklaşımları da bu çekincelerin doğmasında önemli bir sebep teşkil etmektedir. Kendini ziyarete gelen STK üyelerinden fikir, proje, çözüm önerisi almak yerine hemen "bizimle birlikte olun”, "birlikte çalışalım” teklifleri ön plana çıkmaktadır.

Yaşama geçireceğimiz siyaset anlayışımız günümüzde Türkiye'de varlığını devam ettiren siyasetler üstü bir siyaset olacaktır. Bizim için tek siyaset Abhaz toplumunun ve Abhazyamızın çıkarlarını kollayan siyasetdir. Bu nedenle duruşumuz tüm siyasi partilere aynı eşit oranda yakın olmak ve ihtiyaçlarımız doğrultusunda birlikte projeler geliştirmektir.

Diğer bir gerçek de, STK'ların siyasete girmek isteyenler için aynı zamanda bir okul olduğudur. Ancak bu noktada şunu da vurgulamakta fayda vardır. STK'lar birilerinin siyasi ikbal elde etmek üzere basamak olarak kullandıkları araçlara dönüşmemelidir.

SAKARYA ABHAZ DERNEĞİ bu bakış açısıyla çalışmalarını planlar ve hayata geçirir. Yönetime talip olan kişi ve gruplar İki yılda bir yapılan Olağan Kongre öncesi bu program doğrultusunda somut ve her alanda varolan durumu ileriye taşıyacak hedefler içeren 2 yıllık çalışma programıyla aday olurlar.

4. SONSÖZ

Ilk sözü söyleyen sonsözü de söyler:

"Barıştan savaşa geçme süreci çok zordu ama gerçeği söylemek gerekirse savaştan barışa geçme süreci çok daha zor oldu... Artık en korkunç şey arkada, en zor şey ise önümüzdedir... Günümüzde Abhazlar, Abhazya'da veya Abhazya dışında, nerede olurlarsa olsunlar ulusal varlıklarını devam ettirmelidirler. Ancak bu, atalarımızın eskiden beri devletlerini kurup yaşata geldikleri vatan topraklarıyla bağlarmı sürdürmeleri halinde mümkün olabilir. "

Vladislav Ardzınba

Video Galeri

Fotoğraf Galerisi

Biyografiler

img25

Ömer Büyüka -Beygua-

img25

Papapha Mahinur Tuna

img25

Oktay Chkotua

img25

Fazıl İskender