Sakarya Abhaz Derneği Programı 1.


Sakarya Abhaz Derneği Programı 1.

GELECEĞİ KAZANMAK İÇİN BUGÜNÜ ANLAMAK

SAKARYA ABHAZ DERNEĞİ

PROGRAMI

"Cesaret akıllı olmalıdır!”

(Abhaz Atasözü)

SAKARYA ABHAZ DERNEĞİ

2014

ı . GİRİŞ

Geleceği Kazanmak İçin Bugünü Anlamak

Tarih; kimi zaman bir övünme — avunma gereci, kimi zaman haklılık üstünlük destekleyicisi, kimi zaman da içeriği kahramanlıklar ve masalsı olaylarla doldurulmuş detay karmaşası halinde bir uyutma — oyalama aracı olarak karşımıza çıkarılmaktadır. Çünkü tarih özünde ideolojik bir disiplin içerir ve ne kadar ideoloji, ne kadar inanç sistemi varsa bir o kadar da tarih anlayışı vardır. Bu yüzden tarih içerisinde yer edinmiş düşünürlerin tarihe bakış açıları değişkenlik arz eder. Oysa tüm bu farklı bakış açıları tarihe yivme kazandırabilen birer itici güçtür. Ve hepsinin özünde insan vardır, insan ve yaşam!

Bu nedenle tüm ideoloji ve inanç sistemlerini bir kenara bırakırsak, tarih bugünü ortaya çıkaran dündür ve bugünden geleceğe bir köprüdür. Bugün de dünün etkileri vardır. O halde yarında da bugünün nüveleri olacaktır. Öyleyse bugün için keskin bir zekâya, gelecek için ise geniş bir hayal gücüne ihtiyacımız vardır.

'Zaman', oldukça geniş bir kavram... Oysa beş bin yıllık yazılı tarihi olan insanlığın, milyonlarca yıllık geçmişi olan dünyamızın geçirdiği evreleri ele aldığımızda içinden geçtiğimiz dönem zaman kavramı içerisinde denizde kum, şu sayfalarda bir küçük nokta büyüklüğünde yer edinebilir ve bir "an” olarak adlandırılabilir. Kısacası zaman; anlar bütünüdür.

An, çok önemlidir. Eskiyle yeniyi bağrında taşır, Eski giderek işlevini yitirip geçmişte kalırken, ondan beslenen yeni an'da oluşur ve tekrar bir yeniye zemin oluşturur. Dolayısıyla anı yakaladığınızda ve onun gereklerini yerine getirdiğinizde geleceği kazanmışsınızdır. Çünkü anı kazanmak zamanla yarışmak, zamanı kazanmak ve hep yeniyle iç içe olmaktır.

Bizler yaşadığımız an itibarıyla eskinin son, yeninin ilk kuşağıyız. Bugünkü kişisel yanılgı, acı ve şaşkınlıklarımızın çoğunun kökeninde kendi içimizdeki çatışma ve işlevini yitirmekte olan eskinin alışkanlıklarıyla, onun yerini almak için hücum eden, henüz birçok yönünü algılayamadığımız yeninin arasındaki çatışmadır.

Ancak yeniye doğru değişimin geniş ve genel hatları öz itibarıyla her zaman belirginleşmektedir. Ahenkli bir akışı ve büyümeyi sağlayabilmek için artık olgular ve savlar tartışılabilir ve pratiğe dökülebilir hale gelmektedir.

Yeni bakış açıları düşüncemizi ve irademizi özgürleştirmektedir. Yaşadığımız dönemde tanık olduğumuz değişimler hiç de kaotik değildir. Tam tersine ayırt edilebilirdir, anlaşılabilirdir ve belirgin bir yol oluşturmaktadır. Bu değişiklikler bir araya gelip toplanmakta ve birlikte yaşama, çalışma, düşünme ve üretme tarzımızda bir dönüşüm gerçekleştirmektedir.

Yaşadığımız dönemde zamanın ruhunu kavramak her zamankinden daha fazla önem taşıyor.

Nedir bu dönemin ruhu?

Özellikleri, verileri nelerdir?

Yaşadığımız dönemdeki bu hızlı değişim ve dönüşümlerin sebepleri nelerdir?

"Değişmeyen tek şey değişim yasasıdır” belirlemesine inanıyor olsak da birçok noktada neden tutucu ve dogmatik kalabiliyoruz?

Ya da değişimin o baş döndürücü anaforlarına kapılıp "bunu da değiştirelim, şunu da dönüştürelim" çılgınlığıyla üzerine basacak zemin dahi bırakmamacasına bir yerlere kendimizi neden dayatıyoruz?

Tüm bu ve buna benzer sorulara yanıt verebilmek için, içinden geçtiğimiz zamanın ruhunu anlamamız, ona uygun bir tarz, üslup ve 'duruş' sergilememiz gerekiyor.

Toplumlar tarihindeki büyük dönüşümler hep küçük noktalardan, belki de yoktan var edilmişlerdir. Bu tür olaylar kendinden öncekilerin olumlu mirası üzerinde yükselen ve aynı zamanda dayatılan olumsuzluklara karşı bir red hareketidir.

Tarih bilinci geçmiş, bugün ve gelecek olmak üzere üçlü bir saç ayağından oluşur ve bunlar arasında diyalektik bir bağ kurar. Birey, grup, toplum, halk vb açısından kendi geçmişini bilme, bunun yerel, bölgesel, evrensel yapılarla bağlarım ortaya koyma, yaşanan olaylar ve olguların analizlerini yapma, neden — niçin ve nasıl sorularının yanıtlarını ortaya koyma tarih bilincinin 'geçmiş' ayağını oluşturur.

Tarih bilincinin ikinci ayağı ise geleceğe ilişkin planlarımızı, amaç ve hedeflerimizi içerir.

Geçmiş ile geleceğin buluştuğu kavşak ise 'bugün'dür. Pratik, işleyen bir süreçtir ve saç ayağını tamamlar. Şimdiki zamanın yapıcısı, geçmiş zamanın kalıntıları ve gelecek zamanın da temelidir. Bir yönüyle kendini yıkmanın, diğer yönüyle de kendini yapmanın öznesidir.

İşte an, bu noktada anlam kazanır; dönüşümün ve yenilenmenin gerçekleştiği, her üç fiilin de iç içe yürütüldüğü zaman dilimidir an.

An'a yüklenen anlam salt bu da değildir. Anı çözümleyebilmemiz aynı zamanda geçmişi anlamamıza da yarar. Yine geçmişi açığa çıkarabildiğimiz oranda ana gerçek anlamını yükleyebiliriz.

An geleceği de bağrında bir nüve olarak barındırır. Bu anlamda gelecek sonraya bırakılabilecek bir şey değildir. Arı'da kazanılması gereken bir durumdur. Kısacası, geleceği kazanmak için anı kazanmak gerek.

An ve insan... Zamanın ruhunu kavramada önemli iki olgu niteliğindedir. Aslında zamanın ruhunu kavramaya yarayacak olan olgular bununla da bitmiyor. An, insan... Ya mekân? An da insanı ileriye doğru sıçratacak olan mekân; belki küçük bir laboratuar, belki bir kale duvarları önü ya da bir şehirdir...

Bazı tarihçiler insanlık tarihini rakamlar dizini içerisinde ele alırlar; 14. yüzyıl, 16. yüzyıl gibi. Ancak yüzyılların arasında öyle olaylar vardır ki çağ açar, çağ kapar. Yani dönüm noktası işlevini görür. Yazının bulunması, İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfi, Fransız Devrimi, Sanayi devrimi, Berlin Duvarının yıkılması... akla gelen ilk örneklerdir. işte tarihin içerisindeki bu tür olaylar insanlığın gelişim yönünü belirlerler.

Çağ açıp çağ kapatan olaylar spontane gelişen olaylar değildir, Tarihsel, nesnel, sosyal nedenlere ve gelişmelere bağlıdır. Bu gelişme düzeyi olgunlaştığında artık son nokta konulur, yeni bir paragraf açılır. Tarih de böyle bir akıcı metinden ibarettir. Bu tür olaylar birbirine bağlıdır, insanlığın gelişim çizgisinin iskeletini oluştururlar. Çağ açıp çağ kapatmasının temel nedeni ise yer ve zaman öğeleridir. Yer çoğunlukla dönemin etkin merkezi, zaman ise bir üst seviyeye sıçramanın olgunlaşmış anıdır.

İşte böyle bir zaman diliminde, böyle bir merkeze insan tarafından yapılan bir müdahaledir çağ açıp çağ kapama.

Bizler, Abhaz Diasporasının hem nitelik hem de nicelik bakımından en etkin merkezinde yani Abhaz Diasporası'nın Başkenti Sakarya'da; günün dayattığı ihtiyaçlarımızın ve örgütlenme sorunlarımızın artık idare edilemez hale geldiği bir zamanda, olumsuz gidişata müdahale eden bir yapıyız. Öncelikle bu tarihi misyonumuzun farkındayız ve gereklerini büyük bir ciddiyetle yerine getireceğimize inanıyoruz.

Geliştireceğimiz yeni döneme dair perspektif ve çalışmalar bir yandan Sakarya ve Diasporadaki sorunlarımıza çözüm gücü olurken aynı zamanda Abhazya'nın Sakarya'da doğru temsilini ve ihtiyaçlarının giderilmesini sağlayacak yegane kurumsallaşma olacaktır.

Elbette tüm bunların oluşumu için canlı — organik bir yapıya ihtiyaç vardır. Sakarya'da yaşayan tüm Abhazları bu çatı altında birleştirmenin ortaya çıkaracağı güç kent yaşamı bünyesinde de etkilerini gösterecek ve Sakarya'da Abhaz toplumu hak ettiği noktalara gelecektir.

Dolayısıyla zaman bir üst seviyeye sıçramanın olgunlaşmış anıdır.

Öyleyse dönemin en etkin merkezinde, bir üst seviyeye sıçramanın olgunlaşmış anında ne yapmalı, nasıl yapmalı ki anda geleceği yakalayalım ve geleceği yaratalım...

Denenmiş, klasik dernekçilik anlayışları bugüne ve geleceğe cevap olabilir mi?

Toplumumuzun hem Sakarya özelinde, hem Türkiye genelinde hem de Abhazya özelinde gereksinimlerine yönelik çalışmalar nelerdir ve nasıl olmalıdır?

Cevap verilmesi gereken bugünün soruları bunlardır.

Doğru cevapları bulabilmek ancak bugünü doğru analiz etmekle mümkündür.

2. DURUM ANALİZİ

Günümüz Dünyasına Genel Bir Bakış

Kimilerine göre günümüzde insanlık zenginliği, eşitliği ve evrensel barışı gerçekleştirecek altın çağa girmek üzere: Üretilen değerlerin dolaşımında küresel bir devrim yaşanıyor; Sınırlar önemini yitiriyor; insanlar teknoloji ve bilişim sayesinde tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirlerine yakınlaşıyor; enternasyonal bir uygarlık doğuyor.

Kimilerine göre ise insanlar gereksinimlerinin esiri olmadan, özgür ve barışçı bir yaşam çevresini henüz yaratabilmiş değil. İçinde bulundukları koşullardan hoşnutsuzluk geleceğe dair umutlarını iyimser kılamıyor... Aksine onları geçmişe özleme yöneltiyor. Dünyanın büyük bölümünde yoksulluk artıyor ve etnik — mezhepsel çatışmalar bölgesel savaşlara dönüşüyor.

Böylesine bir ayrışmanın yaşanmasına neden olan olgular bütününe baktığımızda, 20. yüzyılın son çeyreğinde başlayan, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde devam eden ve henüz daha ne kadar süreceği kestirilemeyen bir realite ile karşı karşıyayız. Tanımlarken net kavramlar kullanmaya emin olunamayan bu realite dünyanın gündeminde hala bir dilemma olarak duruyor...

Bu dilemmanın adı KÜRESELLEŞME'dir.

Bir yandan bu tartışmalar sürerken, diğer yandan yaşadığımız bugünün dünyasında değişim ve dönüşüm süreçleri üç ana hat üzerinde yoğunlaşmakta ve halen devam etmektedir.

Birincisi; Küreselleşmeyi anlamadan bugün bir ülkede ne siyasi, ekonomik, kültürel ve günlük yaşam alanlarındaki değişimleri analiz etmek, ne de bu değişimlerin yarattığı sorunlara etkili çözüm önerileri geliştirmek olası değildir. Artık, hem dünyaya hem de topluma bakış açımızı Küresel — Bölgesel — Ulusal — Yerel etkileşim hattına yerleştirmemiz gerek...

İkincisi; Küreselleşme, belli alanlarda ortaya çıkan olumlu gelişmelerin yanı sıra, bu günkü haliyle dünyada yaşanan sosyal adalet sorunlarının derinleşmesine ve yaygınlaşmasına neden olan içsel, yıkıcı, tahrip edici, dışlayıcı nitelikleri de olan bir süreçtir. Küreselleşmeden konuşurken, hem dünya düzeyinde ülkeler ve bölgeler arasında, hem de bir ülke, hatta bir şehir içinde zengin/fakir ayrımının giderek derinleşmesinden, zengin ülkelerin, bölgelerin ve toplumsal kesimlerin daha zenginleşirken yoksul ülkelerin, bölgelerin ve toplumsal kesimlerin daha da yoksullaşmasından, açlık, yoksulluk, hastalık gibi sorunların dünyayı tehdit eden "sistemsel sorun” konumuna gelmesinden bahsetmek gerek...

Üçüncü olarak; Küreselleşme bu haliyle dünyayı "risk dünyası” konumuna getiren ve özellikle de Küreselleşme süreçlerine eklemlenmiş gelişmiş ülkeleri ve bölgeleri "risk toplumu”na dönüştüren bir süreçtir. Bugünün 'Sanayi Sonrası Bilgi Toplumu'nu yaşadığı söylenilen toplumlara dönük yapılan çalışma ve tartışmalarda küreselleşen dünyada bu toplumların artık bir risk toplumuna dönüştüğü söylenmektedir.

Bu durumda, eğer Küreselleşme bugün yaşanan toplumsal değişimleri anlamamız için anahtar bir kavramsa, ama aynı zamanda sosyal adalet ve eşit haklar sorununu derinleştiren ve risk toplumunu yaratan bir süreç ise yanıtlamamız gereken sorulardan biri de bu sürecin nasıl bir toplumsal kimlik, benlik ya da aktör yarattığıdır.

Küreselleşme ve bu süreç içerisinde ortaya çıkan risk, eşit haklar ve sosyal adalet sorunlarına birey temelinde değil, toplumsal çıkarları gözeten bir çözüm ortaya konulması gerekmektedir. Sivil Toplumu ve Katılımcı Demokrasiyi ön plana çıkartan, aktif ve sorumlu vatandaşlık anlayışında ilerleyen bir gelişmenin inşa edilmesi üzerine çalışmak bugünün en önemli sorumlulukları içerisindedir.

Bugün yaşananlar toplumsal değişim anlayışımızda önemli bir kırılma yaratmaktadır: Yaşadığımız değişim, modernizm söylemine karşıt olarak kendisine atfedemeyeceğimiz karmaşa içeren bir süreçte ilerlemektedir. Demokratikleşme; ama aynı zamanda etnik kıyımı da içeren bir değişim... Bireyselliğin öneminin vurgulandığı en yoğun dönem; ama aynı zamanda insan hakları ihlallerinin yaygınlaştığı bir değişim... Gelişme, kalkınma, teknoloji ve bilişim devrimiyle simgelenen bir dönem; ama aynı zamanda açlık, işsizlik, hastalık ve yoksulluk olgularıyla ifadesini bulan bir değişim... Bu anlamda Küreselleşme süreci son kertede "ahlaki benliğe geri dönüş" olgusunu yaratırken aynı zamanda toplumsal yaşamda gündeme gelen belirsizlik — risk — güvensizlik duyguları ortaya çıkarmaktadır.

Diğer taraftan da Küreselleşmenin siyasal ve sosyolojik krizleri bizleri bugün DemokrasilTemsiIiyet, Otorite/Meşruiyet, Birey/Vatandaşlık, Toplum/Topluluk, Kimlik/FarklıIık, Bireysel Haklar/Toplumsal Yarar ve Homojenlik ile Çok Kültürlülük ilişkilerini yeniden düşünmeye ve yeniden oluşturmaya mecbur bırakmaktadır.

Küreselleşme sürecinin yarattığı toplumsal değişimi tartışılmaz bir durum ya da denetlenmesi gereken bir sorun olarak değil; anlama, yorumlama ve bu yolla açıklama sürecine sokulması gereken bir toplumsal süreç olarak gören dönüştürücü bir yaklaşım ortaya koymak gerekmektedir. Bu yaklaşım bizi hegemonik Küreselleşme söylemlerine karşın dirence ve dolayısıyla güç birliğiyle söz sahibi olup karşıtlıkların ve çatışmaların dışında bir alanda dünyayı ve sorunlarını tartışmaya, ortak çözümler bulmaya yöneltecektir.

Küreselleşme başlangıç olarak çok daha eskilere dayansa da 90'lardan başlayarak giderek yaygınlaştı, popülerleşti ve toplumsal değişim çözümleri içerisinde anahtar kavram konumuna yükseldi. Özellikle 90'lar ortası dönemden beri Küreselleşme söylemi bir taraftan Soğuk Savaş sonrası uluslararası siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin çözümlenmesinde, diğer taraftan da hem modernite üzerine yapılan tartışmalarda, hem de farklı demokrasi söylemleri içerisinde temel referans olarak işlev görmeye başladı. Böylece açıklama, çözümleme ve anlama sürecine sokulması gereken bir kavram; toplumsal ilişkileri açıklayan bir kavrama, toplumsal değişim üzerine normatif yaklaşımları birbirinden ayrıştıran temel ölçüte ve siyasal alan/sivil toplum aktörlerinin toplum vizyonlarının belirleyicisi durumuna düştü.

Bununla birlikte dünyamız yeni bir yapısal sürece girdi. Küreselleşme sürecinin önümüzdeki yıllara artarak etkide bulunacağını dikkate alırsak bu süreçte dünyamızdaki siyasal/yapısal dinamiğin lokomatifliğini AB modelinde kendini var eden bölgesel devlet yapılarının bir araya gelerek oluşturacağı Federatif — Konfederatif yapılar olduğunu söylemek mümkündür. Çağın gerekleri ve sistemin ihtiyaçları doğrultusunda bölgesel devletlerin sınırlarını kaldırıp bir araya gelerek oluşturacakları bu yapılar 21. yüzyılın en önemli dinamizmi ve gelişmesi olacaktır.

Bu doğrultuda AB modelini takiben örneğin Kuzey Amerika kıtasında bulunan üç ülke ABD — Kanada ve Meksika NAFTA adı altında sınırları kaldırmayı görüşmekte ve yakın bir gelecekte bunun adımını atmayı planlamaktadır. Yine aynı şekilde Güney - Doğu Asya ülkeleri de AB modelinde olduğu gibi bir birlikteliğe doğru ilerlemektedir. Bu iki örnek bile bulundukları coğrafi konumlar itibarıyla 21. yüzyılın genel siyasal/yapısal formasyonunda gidişatı belirlemekte önemli veriler oluşturmaktadır.

Artık dünyamızda her hangi bir sorunu ya da durumu analiz etmek için eski alışkanlıklarla değil yeni durumun ortaya çıkardığı bakış açısıyla değerlendirmek gerekmektedir. Bu yeni bakış açısı• olguları Yerel — Bölgesel — Küresel veya Küresel — Bölgesel — Yerel ilişkiler ve etkileşimler ağı ortamında değerlendirmektir. Bu yaklaşımı uygulamadığınız hiç bir durum analizi doğru sonuçlara ulaşamaz.

Böyle bakıldığında örneğin Abhazya'nın De Facto konumu yalnızca Abhazya'nın veya Gürcistan'ın sorunu değildir. Bu sorun Kafkasya Bölgesel sorunsalından da çıkmıştır. Küresel çerçevede değerlendirilip anlaşılması gereken bir durumdur. Bu konudaki dinamikler karşılıklı kutuplar olarak Abhazya ve Gürcistan hükümetlerini çoktan aşmıştır. Bir tarafta Gürcistan, AB, ABD ve NATO diğer tarafta Abhazya, Rusya Federasyonu, Çin yer almaktadır. Dolayısıyla Küresel bir sorundur. Küresel güçler kendi Ekonomik — Siyasi ve Stratejik çıkarları doğrultusunda saflaşmalarını netleştirmişlerdir.

Dünyanın herhangi bir kentinde Abhazya ile ilgili yapılacak olumlu veya olumsuz bir girişim; göle atılan taş misali dalgalar halinde tüm dinamikleri etkileyecek ve bu etkileşim sonucu yeni hareket ve tavırlar belirlenecektir.

Kısacası; 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde birbirine karşıt iki değerler dizisi savaşım içerisindedir. Birinci değerler dizisi; insanın doğa üzerindeki tahakkümünden başlayıp giderek insan üzerindeki tahakkümüne dönüşen, "ya sınırsız-sonsuz büyüme ya da ölüm” yasasına dayalı bir gelişim çizgisi ile insanlığın bütün değerleri ile birlikte insan soyunu da topyekûn yok olma tehdidi ile karşı karşıya bırakan "barbarlık”'tır. İkinci değerler dizisi ise; insanın doğa ve insan üzerindeki her türden geliştirdiği tahakkümü reddeden "barışçıl, çoğulcu, dayanışmacı, farklılıkları çatışmaya yol açmaksızın bir arada uyumlu bir bütünleşmeye” dönüştürebilme becerisine sahip uygarlaşma projesidir. Yani bir yanda savaş, tahakküm, tekleştirme, tek tipleştirmenin yol açtığı sürgünler, kitlesel göçler, soykırım, insana ait tüm değerleri, insani öz ve değerleri yok etme uğraşında olan totaliter ve baskıcı yapı, diğer yanda ulusal sınırların ötesinde dayanışma ve örgütlenme çabaları ile 21. yüzyılda insanlığın en önemli toplumsal, kültürel mücadelesine dönüşmüş demokrasi vardır.

Sonuç olarak; yaşadığımız Küreselleşme sürecinde dünyamız, sınırların kaldırıldığı bir yapılanmaya doğru evrilirken bir yandan etnik ve dinsel temelde bölgesel savaşlara sürüklenmekte bir yandan da özellikle son iki yüzyıldır daha çok kar, daha çok pazar hırsıyla hareket eden sistemin etkisiyle tarihin en büyük çevre sorunlarıyla da karşı karşıya kalmaktadır.

DÖRTYOL AĞZINDAKİ KAVŞAK: KAFKASYA

İşte böyle bir dünyada adı çok fazla gündeme getirilmeyen merkezlerden biridir Kafkasya. Oysa ki Kafkasya'nın önemi tarih boyunca öne çıkmaktadır. Doğu'dan Batı'ya, Kuzey'den Güney'e göçün, her türlü ulaşımın içinden geçmek zorunda olduğu ve bu nedenle her dönem güç merkezlerinin önem verdiği stratejik bir coğrafyadır.

70 yıl süren iki kutuplu dünya siyaseti döneminde genelde oluşan algı nedeniyle hiç ilgisi yokmuş gibi görünse de tüm tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Kafkasya Dünyanın Merkezi konumundaki Ortadoğu'nun vazgeçilemez bir parçasıdır. Ortadoğu'nun sınırları tarih boyunca "Balkanlardan Kafkaslara, Kafkaslardan Arap Yarımadasına kadar” olan coğrafyayı betimleyen bir biçimdedir.

Ortadoğu; Balkanlardan Kafkaslara, Kafkaslardan Arap Yarımadasına dünyanın Merkezi konumundadır. Bunun sosyal, siyasal, ekonomik, tarihsel ve nesnel nedenleri vardır. Bu nedenlerin birincisi günümüzdeki etkisi nedeniyle Petrol ve Doğalgaz rezervleriyle bu coğrafyanın yeraltı kaynaklarıdır. İkincisi, üç ana kıtayı; Avrupa, Asya ve Afrika'yı karadan birleştiren transit yollarının kesiştiği coğrafya olmasıdır. Üçüncüsü uygarlığın beşiği olması ve insanlığı etkisi altında tutan üç ana dinin kutsal toprakları olmasıdır.

Yalnızca bu üç neden bile Balkanlardan Kafkaslara, Kafkaslardan Arap Yarımadasına Ortadoğu'nun Dünyanın Merkezi olmasına yeterli nedenlerdir. Böylesine etkili bir coğrafyanın hakimi olan bir güç aynı zamanda dünyaya da egemen olabilme şansını elde edeceği gerçeği iki yüzyıldır bu coğrafyada yaşananların nedenidir.

Kafkas halklarının tarihi erken dönemlerden başlayarak beş bin yıllık yazılı tarih boyunca başta Anadolu ve Mezopatamya olmak üzere bir ucu Balkanlarda diğer ucu Mısır'da olmak üzere tüm Ortadoğu coğrafyasındaki halklarla ilişkilere örneklerle doludur. Ticaret, Eğitim, Kültür Etkileşmesil Savaş ve İttifaklar her zaman var olmuştur. Özellikle Abhaz tarihi coğrafyanın bütünlüğünde her dönem varlığını hissettirmiştir. Bugün bile Kafkas diasporasının yüzde doksanı İsrail'e kadar uzanan bu coğrafyanın bağrında yaşamına devam etmektedir.

Günümüzde yürütülen Ortadoğu politikaları içerisinde Kafkasya Politikaları ayrıymış gibi gözükse de aslında tıpkı coğrafyasında olduğu gibi birbirine kopmaz bağlarla bütünlük arz eder. Bunun en büyük belirtisi Ortadoğu genelinde karşı saflarda yer alan güçlerin Kafkasya özelindeki politikalarında da aynı saflaşmayı göstermeleridir.

Reel Politik şartlar ve kültürel etkileşim nedenleriyle Abhazya — Gürcistan Sınırı bir yanıyla da Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya'nın sınırını oluşturmaktadır.

Tarih boyunca süre gelen yaşam gereği Kuzey Kafkasya; coğrafi bir tanımdan öte siyasal, kültürel bir betimlemedir. Kuzey Kafkasya bölge halkları tarihsel, kültürel bağlarla birbirine bağlıdır ve bir elin parmakları gibi bütünlük arz eder. Bu nedenle Kuzey Kafkasya halklarının geleceği de birliktedir. Bunu inkar eden, yok sayan günümüzdeki yaklaşımlar ve değişik ittifak arayışları oyalayıcı, yanlış ve farklı güç odaklarına hizmet eden yaklaşımlardır.

Günümüzdeki Küreselleşme sürecinde 21. yüzyılda dünyaya egemen olma hedefi güden Küresel güçler Ortadoğu'da kirli politikalarını yaşama geçirirken bölgenin en önemli parçası olan Kuzey Kafkasya üzerinde de bu türden politik oyunlara çoktan başlamışlar, dünyanın diller ve kültürler mozaiği olan bölgede tehlikeli ittifaklar kurma çalışmalarına hız vermişlerdir.

Bağımsız Abhazya Cumhuriyeti'nin ve Osetya Cumhuriyeti'nin dışındaki diğer Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri'nin Rusya Federasyonu içerisindeki Özerk Cumhuriyet statüleri günümüzde Kuzey Kafkasya'daki ve onun yansıması olarak Kuzey Kafkasya diasporasındaki ilişkilenmelerde çeşitli alanlarda karşılıklı sıkıntılar yaratıyormuş gibi görünse de sağduyu ve akılcı politikalarla Kuzey Kafkasya halklarının tarihsel birlikteliğine zarar vermemeye dikkat edilmelidir.

ABHAZYA

ESKİ DÜŞMANLIKLARDAN YENİ DOSTLUKLAR ÇIKARMA SANATI

Abhazya; gerginliklerin, çatışmaların, savaşların rutin aralıklarla sürdürüldüğü bir coğrafyada, Karadeniz'e açılan elverişli liman bölgeleri ve kuzeyden güneye, güneyden kuzeye yegane geçiş yolundaki bir boğaz konumuyla Kuzey Kafkasya'nın en stratejik ve bir o kadar da kritik coğrafyası konumundadır.

Günümüzde Abhazya'nın varlığını tanımayan güçler bu tutumlarının tam tersine Abhazya'yı yakından takip etmekte, ekonomik, siyasal ve sosyal gelişmesinin önüne engeller çıkarmaya çalışmaktadır.

Abhazya Devleti'nin topraklarını koruma amaçlı duruşunun dışında; dünyada, bölgede ve kendi sınırları içerisinde evrensel barış ilkeleri doğrultusundaki tutumu ve uyguladığı politikalar Küresel güçlerin bölgedeki projelerinin önünde engel teşkil etmektedir.

Küresel güçlerin Abhazya'ya verdiği bu önem Abhazya'nın stratejik coğrafi konumu ve bu konumunun kendilerine rakip olan Rusya Federasyonu'nu çevreleyerek güçten düşürme politikalarına bir engel teşkil etmesi nedeniyledir. Karadeniz'in doğusundaki Gürcistan'dan başlayıp, batısındaki Romanya'ya kadar olan kıyıları kendi hegemonyalarında tutup rakipleri olan Rusya Federasyonunu ekonomik, siyasal ve stratejik alanlarda zayıflatmak asıl hedefleridir. Bu amaçları karşısında Abhazya — Rusya Federasyonu ilişkileri kendileri açısından bölgenin geleceğini kör düğüm haline getirmektedir. Küresel güçler 1992 yılından itibaren Abhazya'yı müttefikleri olan Gürcistan'ın toprak bütünlüğü içerisinde ele almışlar ve bu nedenle Abhazya'nın bağımsızlığını tanımak bir yana onu yalnızlaştırmak adına uluslararası arenada izole etmeye çalışmışlardır. Bu tutumları günümüzde de artarak devam etmektedir.

İşte Küresel güçlerin ve onların işbirlikçilerinin Abhazlara, Adigelere ve son zamanlarda artan Kuzey Kafkasya halklarına olan ilgileri bu yüzdendir.

Bunun karşısında Rusya Federasyonu'nun Abhazya'ya olan hassasiyetinin temel nedeni Küresel güçlerin kendisine yönelik politikalarını boşa çıkartmaktır.

Abhazlar, tarih boyunca bölgede Devlet geleneği olan, özgürlüğün bedelini defalarca ödemiş ve onun kıymetini bilen bir halktır. Bu nedenle Bağımsız Devlet olarak geleceği şekillendiren stratejik duruşu son derece doğrudur ve bu duruş sürekli desteklenmelidir.

Yürütülen uluslararası politikalardaki stratejik ittifaklarda Abhazya, eski düşmanlıklardan yeni dostluklar çıkarma çabalarıyla takdire şayan bir duruş sergilemekte ve bağımsızlığını korumak, geleceğini bu temelde şekillendirmek üzere yapıcı ve geleceği inşa eden adımlar atmaktadır.

Savaşmak Abhaz halkının belki de genlerine işlemiş en önemli özelliklerinin başında gelir. Tarih boyunca hiçbir halka saldırmamış, tamamen kendi vatan topraklarını savunmak için savaşmış bir halktır. Abhazlar bu yüzden savaşmasını çok iyi bilir ancak savaşın acılarını ve getirdiği yıkımı da en iyi bilen halkların başında gelir. İşte bu yüzden savaş yerine barışı inşa etmek ve onu kalıcı kılmak son ana kadar Abhazya'nın geleceği için tavizsiz bir tutumdur. Tarihsel düşmanlıkların günümüzde devam ettirilmesi Abhazların tercih edeceği bir tutum değildir. İlkeli ve yapıcı birliktelikler ve kalıcı barış ortamı "bir avuç” Abhaz için gerekli olan bir duruştur.

Bağımsızlığının 21. yıldönümünü kutlamaya hazırlanan Abhazya'yı yalnızlaştırmaya çalışmak, onu tanımamak, oluşturduğu ilkeli birliktelikleri provoke edici yaklaşımlar sergilemek ve Gürcistan Devleti'ni destekleyerek ön saflarda oyun kurma uğruna adeta bir piyon gibi kendini heba etme politikalarını desteklemek, buna yönelik ittifaklar oluşturmak tamamıyla Küresel Hegemonik Güçlerin oyununa alet olmaktır.

 

 

 

Video Galeri

Fotoğraf Galerisi

Biyografiler

img25

Ömer Büyüka -Beygua-

img25

Papapha Mahinur Tuna

img25

Oktay Chkotua

img25

Fazıl İskender